
Don Kişot bir gün papaz ve berberle konuşup Allah’ın ona aklını yeniden bağışladığını ve artık Don Kişot olmadığını söyledi. Şövalye öykülerine inanmadığını belirtti. Bir süre sonra herkesi toplayıp son arzularını yazdırdı. Bugünün akşam saatlerinde huzurlu ve sakindi. Şatonun yakınındaki bir çalılıkta karatavukların sesi, gürgen dalında öten güvercinin sesi duyuluyordu. Don Kişot dünyadan gelen bu selama gülümsedi sonra temiz ve günahsız ruhunu Allah’a teslim etti.
1 yorum:
ELif Şafak'ın yazısından alıntıdır:
"Benim kişisel seyrüseferimde Cervantes ile tanışmamın hikayesi ise biraz daha farklı bir açıdan gelişmişti. Türkiye’den ayrılıp İspanya’ya gittiğimizde henüz on bir yaşındaydım ve Cervantes’in C’sinden dahi habersizdim. Okuldaki o ilk sene bir gün yan yana düştüğüm benden büyükçe bir kız çocuğu nereli olduğumu sordu merakla. Ve “Türkiye” cevabı alınca, yıllar boyu hafızamdan çıkmayan bir refleksle ekşitti yüzünü. “Ah pequena Turca! Que hiciste a Cervantes?”*
Kelimelerin anlamlarını zihnimde tek tek tercüme ettiğimde dahi bir şey anlamadım söylenenlerden. Zamanla unuttum bu cümleyi, ta ki bir zaman sonra edebiyat dersinde Cervantes ismiyle yeniden karşılaşıncaya kadar. Don Kişot muazzam bir edebi şölen ve Türkiye’de de sadık okurları var. Ama burada pek bilinmeyen bir şey var yazarı hakkında. Cervantes, İnebahtı Savaşı’nda savaşmış ve esir düşmüştü Osmanlılara. Tam beş sene esir kaldıktan sonra en nihayetinde yurduna dönmeyi başarmış; ama bu macera boyunca sol kolunu yitirmişti. Bu sebeptendir lakabının “İnebahtı Sakatı” olması. Türklere kolunu vermişti! İlginç olan nokta İspanya’da küçük çocukların dahi bildiği bu bilgi kırıntısını Türkiye’de çok az insanın bilmesi.
Bizde tarih kitaplarında İnebahtı Savaşı anlatılırken, Cervantes’in kolu anlatılmaz elbette. Başka memleketlerde okullarda öğrencilerin Osmanlı tarihini nasıl öğrendiklerine dair çok az fikrimiz var. Bilhassa da vaktiyle Osmanlı yönetimi altına girmiş ülkelerde tarihin nasıl anlatıldığını bilmeyiz. O yüzden biz Türkler hayli şaşırırız bir Bulgar’dan, bir Cezayirliden, bir Viyanalıdan, bir Sırp’tan.. tarihimize dair negatif bir söz işitince.
İvo Andriç’in Drina Köprüsü’nde son derece çarpıcı bir diyalog geçer tarihin iki farklı yorumunu karşılaştıran. “Devşirme sistemi kanımızı kuruttu. Osmanlı en parlak beyinlerimizi aldı, kaçırdı, kendine yarayacak şekilde kullandı. Bu çocukları ailelerinden, annelerinden, köylerinden kopardı” der bir Balkan milliyetçisi. “Ama Devşirme sistemi olmasaydı bu çocuklar o köylerden hiç çıkamazlar, eğitim alamazlar, vezirliğe kadar yükselemezlerdi” diye cevaplar beriki.
Eğer bu diyaloğun uzantılarını ve Osmanlı mirasının başka ülkelerden nasıl göründüğünü anlamak istiyorsak, mutlak resmi tarih anlayışımızın dışına çıkabilmek zorundayız. Farklı ülkelerin hafızalarında Osmanlı’nın nasıl yer ettiğini anlayamadan, bugün dünyada mevcut “Türk” algısının arkaplanını çözebilmemiz mümkün değil.
Ah seni gidi küçük Türk kızı. Ne yaptın Cervantes’e?"
Yorum Gönder